23 Şubat 2015 Pazartesi

The Story of Love…


Although it’s highly disregarded, "love" is actually the answer to many of our questions.  Anything that we don’t do with love sucks the energy out of us. It becomes a routine. And it becomes dry. Anything done with love is alive even if it is just driving. Isn't it so? I feel that each time we do things without love, we somewhat deny our own self. And this ultimately leads to various illnesses in the long run. The question is how far do we want to go and for how long.  

I see so many unhappy people around. I believe that the core reason of this unhappiness is the lack of love in our lives. When there is no love in it, things start seeming static and lifeless. We forget to care first for ourselves and then for others. How can we be authentically caring if we don’t care about our own very self? 

I believe that self-love and a healthy established relationship with our own self are the signs of our trust in life. Only if we care about ourselves, we can genuinely care about others and help out. Helping out, being gentle, caring and doing random things just for the sake of kindness give us energy, joy and a sense of purpose in life. Much of our unhappiness is due to our focus on ourselves: “what about my finances, what about my life, what about me?” Most of us want to find the "love" of our lives but notice how much of that "love" do we radiate in a day? We mostly forget to sincerely radiate and receive love while we are busy with so many desires. 

Start with yourself. Be gentle to yourself. Be kind to you.  
Become aware of your feelings throughout the day. Observe. How much love do you radiate in a day?

Love is the first thing that we need to start cultivating in our life. And then all that we want start coming easier. Decide to do everything with love just for one day. Focus only on that feeling. Let love surround you and be soaked in it. Just for a day, let no other feelings distract you and just fast on love. Make coffee with love. Take your shower with love. Do your work with love. Kiss your children with love. Try and see the difference that it makes.


Some may find this too romantic. Wasn’t life such a romance when we were little? We still consist of that purity and love. We just forgot…

(inspired by my guru of joy and love, Sri Sri Ravi Shankar…) 

19 Şubat 2015 Perşembe

Memlekette Ruh Sağlığını Korumak


(Bu yazıyı, lisedeki sevgili edebiyat hocam, Nurcan Pehlivanoğlu’nun ricası üzerine, çoğumuzun da iç sesini işiterek yazıyorum. Bugün yazı yazmaya bu kadar meraklıysam, Nurcan Hoca’nın bana sıkıntı dolu püberte yıllarımda verdiği cesaret ve sessiz desteğinin rolü büyüktür.)

Bu memlekette akıl ve ruh sağlığımızı nasıl koruyabiliriz?

Her şeyden önce, önceki yazımda yazdığım gibi, biz acı içine doğmuş, sıkıntı ve baskıyla kavrularak büyüyen bir toplumuz. Çoluk, çocuk, iş güç, zaten hayatın derdi çilesi yetmezmiş gibi, bir yandan da içimizde hep bir memleket sızısı… “Ne olacak bu memleketin hali?..” Ya batacağız, ya çıkacak…

Deli saçması bir gündem, akıl almaz televizyon programları ve en kötüsü de bunlara inanan milyonlar... Her gün bir bunalım, her gün bir debdebe... Felaket haberleri... Yozluktan yobazlıktan illallah geldi hepimize, kaçıp gidesimiz var. Hatta pek çoğumuz “nemelazım” deyip, bir ayağını yurtdışına attı bile. Bir yandan da hiç olmadığımız kadar bağlıyız memlekete...

Bir yanımız batının özgürlüğüne ve demokrasisine yelken açmış, bir yanımız Anadolu’nun sevgi, birlik ve vicdan dolu derinliğini soluyor... Üstümüzdeki konservatif tozları silkeleyip de bir ayağa kalksak, bizdeki potansiyele bir bakar mısınız?..

Şimdi biz bir avuç akıllı kalmışız delilerin arasında... Biz de delirecek miyiz, yoksa sıyrılıp çıkacak mıyız? İkisi de mümkün...  

Bu memleketi artık bir liderin gelip kurtaramayacağı sanırım anlaşıldı. Atatürk, zamanında geldi, giderken de bize bir miras bıraktı: “Düşünebilme mirası”. Çocukken pembe boyalı evini ezberledik pek güzel ama kimse bize onun gibi problem çözmeyi, onun gibi bir lider olmayı öğretmedi. Biz, onun zorluklar karşısındaki düşünce biçimini benimsemedik. Bizim zorluklar karşısında moralimiz bozuldu, ruh halimiz çalkalandı, “eyvah!” dedik korktuk… Genelde çözüm bulmayı değil, şikayet etmeyi yaşam biçimi olarak daha çok benimsedik… 

Norveç’liler, zor durumda kalıp, işin içinden çıkamadıkları zaman “Atatürk gibi düşün” diyorlar. Bizim Atatürk’ümüz gibi, onlar düşünüyorlar, bak sen! Kimin Atatürk’ü olursa olsun, ortada iyi birşey varsa, örnek alınır, kullanılır. Atatürk de pek çok konunun yanı sıra, sorunlar karşısındaki yılmaz ve yenilmez düşünce yapısıyla bize örnek olmalı. Elektriği Edison keşfetti diye elektriği kullanmamazlık eden var mı? Öğrenmenin ırkı olur mu hiç?..

Bize küçükken öğretilmeyen pek çok şeyin arasında, bireyin gücü de var. Üstadım Sri Sri Ravi Shankar’ın ve erenlerin söylediğine göre, bir insanın içinde, bir büyük şehri aydınlatabilecek kadar potansiyel enerji var. Biz bu enerjiyi nasıl kullanacağımızı hiç öğrenmedik. Hala da bunu kullanmayı bilen çok azdır. Bu enerjiyi kullanmayı öğrenmek önce kendi zihnimizin, duygu ve düşüncelerimizin, yani hayatı algıladığımız otomatik programın farkına varmakla başlıyor. Sonra onu değiştirmekle ve yönetmeyi öğrenmekle devam ediyor. Zor iş. Uzun ince bir yol. Mütemadiyen konfor alanından çıkmayı ve dengeyi bulmayı gerektiriyor. Ama bu yol, acılarını dinlemeyi, duymayı ve onlardan öğrenmeyi seçenlerin ve en nihayetinde de bu dünyanın kocaman, sonsuzluğa uzanan bir oyun alanı olduğuna uyanma yolu... “Potansiyelini kullan, senin içinde koskoca bir evren yatıyor. Bas düğmesine, uyandır onu.”

Milletçe bu kadar acıyı neden yaşıyoruz? Keşke yaşamasak!.. Ama yaşıyoruz… Anka kuşu gibi, kendimizi hatırlayıp, küllerimizden yeniden doğalım diye... Bu memleketi tek bir lider kurtarmayacak. Her birimiz kendi duygu ve düşüncelerimizin liderleri olduğumuzda, olumsuz hislerimize karşı sorumluluk aldığımızda, öfkemize, nefretimize yenilmeyip, hayatın her adımında, bireysel ve sosyal olarak barışcıl, yapıcı ve birleştirici davrandığımızda aydınlık bir ışıkla kaplanacak üstümüz. Bir aydınlık kişi, binlerce karanlıktakini aydınlatabilir...


Güçlü olacağız. Başka şansımız yok. Bu memleketi, layık olduğu uygarlık seviyesine, sen, ben, biz birey olarak taşıyacağız





Yaşam koçluğu, kurumsal programlarımız ve yeni iş kurma (kendi işini kurmak) danışmanlığı için: 
www.feelgood-international.com 

18 Şubat 2015 Çarşamba

Motivasyon


Hayatınızda en coşku, en hayat dolu hissettiğiniz anları düşünün. Bu anlarda zihniniz geçmiş veya gelecekte değildi. O anın içindeydi. Hiçbir engeliniz yoktu. İnsan coşku, sevinç, mutluluk doluyken bir genişlik hissi yaşar. Nefesi derinleşir. Hücreleri oksijenle dolar ve yaşadığını hisseder. Duyuları uyanır. Renkleri daha canlı görmeye başlar. Koku alma duyusu gelişir. Yediklerinden daha fazla tat alır. Duyduklarını daha net duyar, hisleri yoğunlaşır.

Şu anda siz de hayat dolu değilseniz, muhtemelen bazı şeylerin içinden çıkamıyorsunuz, zihniniz bulanık ve dolu. Hayattan zevk almıyorken insan kendini  yorgun hisseder. Canı hiçbir şey yapmak istemez. Yapsa bile bu yaptıklarından zevk almaz. Zihninde bir ses sürekli “yaptın da ne olacak, ne anlamı var ki?” der… Hayallerini yaşamak, coşku dolmak uzak bir anı gibi gelir.

Siz de motivasyon eksikliği içinde kıvranıyorsanız, bu yazım size.

·      Her şeyden önce umutsuzluğa kapılmayın çünkü içinden çıkılamayacak gibi hissettiğimiz çoğu şeyin bir çıkışı oluyor.

·      İşin içinden çıkmaya karar verin. En önemli madde bu: Çıkmaya karar vermek. Gerisi kolay. Hemen olmayacak belki. Ama zamanla olacak. Çıkacaksınız.

·      Kendinize yalnız olmadığınızı hatırlatın. (Ama gidip diğer motivasyonsuz insanları kanka edinmeyin) Daha önce de motivasyonsuz kalanlar oldu. Buna karar verenler bu işin içinden çıktılar. Siz de çıkacaksınız. Her şeyin üstesinden gelinebilir.

·      Motivasyonsuzluğunuzun sebebini araştırın. Zihninde netlik olmadığı zaman, insan heyecansız ve enerjisiz hisseder. Sıkıntınızın gerçek sebebi ne? Eşiniz mi, işiniz mi, işsizliğiniz mi, parasızlık mı, anlam arayışı mı, korkularınız mı, kilonuz mu…  

·      Yardım edin. Kuşa, kediye, hayvana, doğaya insana yardım edin…  Yardım etmek, insanın hayatına anlam hissi sokar. Çünkü ister inanın, ister inanmayın bizi en çok mutlu ve motive eden şey kendimizi yararlı hissetmek…

·      Destek alın.

·      Bir vizyon geliştirin. Kendinizi ilerde nerede görmek istiyorsunuz? Ne yapmak için doğdunuz? Hayatınızı nasıl geçirirseniz sizin için daha anlamlı olur? Vizyon sahibi olarak, bir hedefe doğru yürüyorsanız eğer, zorluklar, yoğun çalışma, sıkıntı ve stresle daha kolay baş edebilirsiniz.

·      Olumlu duygular (şükran, sevinç, vb.) tıpkı bir tiyatro oyununa hazırlanır gibi pratik edilerek, alışkanlık haline getirilebilir. “Fake it until you make it” prensibi. J

·      NLP ve koçluğun yanısıra, benim sık sık enerji düşüşlerimi dengeye sokmayı başaran ve bana en iyi gelen yöntem varlık bilgisi, yoga, nefes ve meditasyon oldu. Art of Living programlarını şiddetle tavsiye ederim. J

17 Şubat 2015 Salı

Ne Olacak Bu Memleketin Hali?

Biz acı içine doğmuş, acının içinde kavrularak büyüyen bir toplumuz.
Çoluk çocuk endişesini geçtik, kendi sorunlarımız, yaşamın debdebesinin yanında, bir de “ne olacak bu memleketin hali?” her gün soframızda oldu. Bizim acı dolu, kanayan bir yaramız oldu hep: Memleketin hali...

Ben ve yaşıtlarım gözlerimizi terör haberleriyle açtık. Terörün, diğer ülkelerde aslında insan hayatının bir parçası olmadığını öğrendiğimizde, ilkokuldaydık. Doğu meselesine hiç değinilmedi, biz de hiç merak edip sormadık. Ne de olsa soru sormayı ilkokulda korkuyla bıraktık...

İnsanlar öldü, biz bu ölümlere doya doya üzülemeden adalet peşinde koşturduk. 
Ben, ilk defa bir erkeğin, yaptığım hatalar karşısında cinselliğim üstünden beni azarlama haysiyetsizliğine kapılmayışıyla Amerika’da üniversitedeyken karşılaştım. İlk defa erkeklerin kadınlardan daha çok ev işlerine sahip çıktıklarını gördüğümde ise 9 yaşında, Finlandiya’daydım.

Kadınsak eğer, biz bu memlekette hep biraz eğreti durduk. Yazmak, söylemek, konuşmak istediklerimizi hep “ya yanlış anlaşılırsa” süzgecinden geçirdik. Elalemin diline düşmekten korktuk. Öyle ya da böyle en az bir, bilemedin bin kez cinsellik üzerinden aşağılandık. Cinselliğimizi sakladık, ondan utandık. Amerika’ya, Avrupa’ya her kaçtığımızda nefes aldığımızı hissettik, rahatça, istediğimiz gibi giyindik.

Biz, acı içinde büyüyen bir toplumuz.
Şimdi de Özgecan için yüreğimiz cayır cayır yandı. #kızlıerkekli yandı hem de. Keşke olmasaydı! Ama oldu…

Şimdi içimizdeki bu toplumsal yarayla başa çıkabilmeyi öğrenmek zorundayız. Kini, nefreti bir kenara bırakıp değişmemiz gerektiğini görmeliyiz. İçerden. Her birimiz. Cinselliğimizi, çocuklarımızı yetiştirme biçimimizi sorgulamalıyız. Evde değişmeliyiz. Erkek göbeğini kaşırken, kadın hem çalışıp, hem yemek, hem ev işi yapıp, hem çocuk bakmamalı. Okumuş etmiş kesimiz. Her ne kadar kabul etmesek, şikayet etmesek bile, hala bu böyle. Evet, değiştirmek zor ama içinde kalmak daha zor...
Sadece kızlar çay demlememeli. Yuvayı dişi kuş yapmamalı.
Bu öğrenilmiş zırvaları bu olaydan sonra hangi anne-baba çocuklarına gazlayabilir? Kendimizde de değiştirelim...

Bundan sonra hiçbir şey eskisi olmasın. Yasalar, otorite figür ve mekanizmaları bir yana, biz kendimize, kendi evimize bakalım. Evde ve sokakta yavaştan da olsa biz değişmeye, değiştirmeye başlayalım...

Gürül gürül konuşan, kendine güvenen, kendilerini seven, korkmayan kadınlarla dolu bir ülke yapacak bizi bu acımız… Küllerimizden, yeniden doğacağız. Benim hiç şüphem yok.